İnsan cins olunca, her şeyi sorguluyor ve her şeyden bir şeyler çıkarmaya çalışıyor. Otur oturduğun yerde kardeşim ya, huzur mu tepiyor, desem de, dinlemiyor ki, içimdeki ben!..
Nerden geldim buraya.
Yanıt çok garip gelebilir ama PAZARDAN.
Haftanın son günü "pazar"dan değil, bildiğiniz patates, soğan hatta artık bütün mevsimlerde HIYAR bile satılan pazardan söz edeceğim.
Haftanın son günü olan pazar için bir şey demeyeyim de, çoğu kişinin günlük mutfak gereksinimlerini karşıladığı semt pazarlarından söz etmek istiyorum.
Bir yere giderken, "google amcaya" iki soru sorarım.
İlki, gezilecek, görülecek nereleri var, diğeri de semt pazarı ne gün açık ve nerede?
Bir çok anı olarak söz edeceğim olay var da, bu yıl içinde yaşadığım bir kaç yerde ki, olayı anlatsam, sanırım derdimi anlatmış olurum da keşke bundan pazarcıların da haberi olsa.
Bir not düşeyin yoğrun olmadığı zamanlar, kafa dengi de bir pazarcı da bulmamış isem, anlatırım da.
Ankara Çankaya'da bir semt pazarında girdim ve ne var ne yok diye tur atıyorum. Aaaa bir baktım pazarın bir kenarında kocaman bir yığın (harman gibi yığılmış) yabani (kendiliğinden) semizotu.
Uzaktan kızıl renkli saplarını görünce, ona yöneldim. Sanıyorum, etrafa bakan satıcılarından birisi de benim geldiğimi görmüş olmalı ki, beni yarı yolda karşıladı ve başladı satacağı malın reklamına.
"Abi ya, bunlar öyle zor yetişir ki, sormayın gitsin".
Üstü başı düzgün kişi belli ki, pazarın alıp-satıcılarından. Az ötede terazinin başında, üstü önlüklü başka bir kişi duruyor.
Bana bir şeyler anlatmaya çalışan satıcının yüzüne bakıp, "efendim" dedim, anlamadığımı anlatmak için.
O da başladı, "abi, biz bu otları öyle zor yetiştiriyor ve topluyoruz ki, inan emeğimizin karşılığını bile alamıyoruz."
Adamın yüzüne baktım, ortada bir doğru bir yanlış vardı. Satıcının niyetini anladım ama ne diyeceğimi bir düşündüm.
Eli yüzü, kılık kıyafeti düzgün birisi gelmiş, malını ne kadar zor şartlarda bize getirdiğini anlatacak ve daha pahalıya satacaktı.
Benzer semizotları olsa da, doğal ortamda kendiliğinden yetiştiği için ben zaten kaç para olur ise olsun, onu alacaktım bu yüzden yöneldim, o tarafa.
Satıcının zor yetiştirdik dediği semizotları, bağ, bahçe, tarla tokat işleri ile uğraşanlar bilir, kendiliğinden yetişir ve arsız bir ottur. Ne kadar temizlemeye çalışırsan çalış, seneye yine çıkar. Bağdan, bahçeden soyunu kurutamazsın.
Bunu bilen birisi olarak satıcıya yanıt verip vermemekte kararsızlık geçirdim. Ses çıkarmasam, beni "sazan" yerine koyacak, bir kişi daha "kekledik" diyecek, çıkarsam o bozulacak, belli ki bu işleri bilmiyor.
Ben de yar şaka, yarı ciddi, evet ya, bu mereti tarladan, bağdan, bahçeden atmak için anamız ağlar, öyle arsız bir ottur ki, deyince satıcı şaşırdı ve yüzüme baktı.
Sen nerelisin dedim, uzaklarda bir yer söyledi. Bana bak dedim, benim memleketim Antalya, bizim oralar da olduğu gibi her yerde bu arsız ot, kendiliğinden yetişir, o yüzden almaya geldim.
Bir gün arabama binip alıp başımı giderken, baktım yol kenarında bir pazar. Uygun bir yere arabayı park ettim ve girdim.
Pek alacağım bir şey gözüme çalmasa da, mevsim sebzesi deyip, domates, biber, salatalık alayım dedim. Domatesi seçerken, yaşlıca bir satıcıya, sen de biberi ver bakalım dedim.
Bu Ankara pazar esprimi de anlattım. Hani beni sazan yerine koyma diye. Neyse, akşam eve gelip, poşetleri açınca, çok güldüm.
Teyzem pazara getirdiği yarık, yırtık, ezik ne kadar biber bar ise seçmiş ve bana kakalamış. Halinden bir şeyler anlamıştım ama baha "yest yapıyor" diye gaza gelmiştim.
Yine bir sahil pazarında, kudret narı meyvesi alacağım. O meretler de olgunlaşınca, ucundan çatlar açılır ve taneleri dökülür, çürümeye başlar. Mele pazara gelmiş, satılmamış ise çöpe atılır diye düşünüyordum. Cehalet müthiş bir şeymiş.
Ben pazarcıya iyilik olsun diye, sepetteki 5-6 kudret narını alayım da katkım olsun istedim. Yoksa iki, üç bana yeter de artar idi.
Ben de, ya bak kalanları atacaksın, yazık, onları da uygun fiyata ver dedim. Satıcı yüzüme bakıp, benimle dalga geçer modun da, istersen aldıklarını da bırak, haftaya kavanozda, konserve olarak alırsın demesin mi.
Hayda!..
Anlayacağınız, pazara kılığı kıyafeti düzgün gitmeyin, saçınızı başınız dağıtın, erkekler birkaç günlük tıraşsız olsunlar.
Yoksa, sizi halkımız kazıklamak niyetinde olmasa da, sazan yerine koymaya kararlı.
“Kendimize karşı ne kadar dürüstüz?” / İbrahim UYSAL
“Kendimize karşı ne kadar dürüstüz?” / İbrahim UYSAL
Gazete Saros Gazete Saros
GÜNDEM
Paylaş: