Zaman dilimi, günün ve yerin koşullarına göre değişmekle birlikte, "insanları tanıdıkça" şaşkınlığım kat be kat artıyor.
Her yeni bilgi ise, beni bir yerden alıp bir başka kıyıya bırakıyor, savuruyor; gel gelebilirsen. Neyse, bir şekilde gelmek gerek.
O yüzden "Her İnsan bir Dünyadır" sözüne gelsem, ve bu sözü kim söylemiştir desem bile ortalık bulanacaktır.
Budizmin kurucusu sayılan Siddhartha Gautama'nın hayatının konu alan SİDDHARTHA romanında, Almanya'da varsıl bir ailenin oğlu olarak doğup, sıradan insan yaşamı sürüp, İsviçre'de ölen Hermann Hesse, bu romanında biraz da yaşadığı Budist ve diğer Hint dinlerinin etkisi ve yaşadığı kültür, inanç ve sosyal yapıların ona kattığı değerler ile "HER İNSAN BİR DÜNYADIR" der..
Hoş, Herbert Spencer (İngiliz filozof ve sosyolog) gibi birçok filozof ve düşünür de benzer sözleri yazmış ve söylemişlerdir.
Ben de bazen özellikle sosyal medyanın "Facebook Cumhuriyeti" bölümünden, denk geldikçe tanıdığım, tanımadığım bir çok kişinin resimlerine, yazıp, çizdiklerine, paylaşımlarına bakıyorum, tıraş, makyaj ve estetik cerrahlar sayesinde biri birilerine benzer gibi görünseler de, ayrıntıya girip, kendilerini görünce, oradaki ayrı dünyaları görüyorsunuz
Bir resme bakıyorsunuz iyi, güzel, çirkin diyorsunuz da, insanının içini görmek var ya, insanın içini, o bir başka duygu.
Huzur buluyorsunuz, huzursuz oluyorsunuz, susuyorsunuz çoğu kere. Her sözün her yerde söylenmeyeceğini öğreneliden beri.
Bir insanın yanında olmak, insanı mutlu eder. Hemen, canına, kanına kaynayıp gözlerinden giresiniz gelir.
İki söz alır sizi, iki sözünüz varır, vurur karşınızdakini yüreğinden.
Ve insanın, insan olanının tadına varırsınız. Parmak uçlarınız ile dokunasanız gelir. Söz, göz, yeter artar bile İnsana, insan olana.
Eğitim şart. Hem de nasıl.
Ama asıl sorun, eğitimin şartlığından öte, nasıl bir eğitim!..
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaygınlaşmaya başlayan sosyal alanlardaki, tavır ve davranış eğitimleri, terapileri vs, bana biraz yavan geliyor. Yanlış bulmuyorum ama biraz yavan.
Bunu bir ağaca yapılan aşı gibi görüyorum. Bilirsiniz aşı, ağacın bazen gövdesine, büyümüş ise de dallarına yapılır.
Gövdesine gençken yapılan aşılar bir şekilde durumu idare eder. Kökten bir filiz/dal gelir ise, o da aslına çeker, aslı gibi olur.
Her insanın doğduğu, doyduğu, yaşadığı, çalıştığı, alıştığı yer farklı olsa da, sosyalleşmekten kaynaklanan ortak özellikler elde edilmiştir; o yüzden sorun olmaz. Aile ve toplum düzeni de böyle sağlanır.
Ne zaman ki, aile ve toplum içindeki eğitim, aile ve yakın çevrede verilen etik değeler ve ahlak, kişi yaşamının temel taşlarını oturtur.
Kişiliğini geliştir ve oturtur.
Ne yazık ki özellikle son dönemlerde eğitim sisteminde sık sık yapılan değişikliklerle ve darmadağınık ailelerde yetiştirilen çocukların doldurduğu sokaklardan kimsenin haberi yokmuş gibi.
Sıcacık evlerinizde, televizyonların karşısında kendiniz, yakın çevreniz ve aileniz ile güzel vakitler geçirebilirsiniz. Ama bir de sizin dışınızda olup, yok saydığınız dünya var.
Kaldırımda yürürken size çarpan, asansöre binerken önünüze geçen ve yollarda saçma sapan hareketler ile arabanızın önüne direksiyon kıran insanlar neyin ve kimin eseri, hiç düşündünüz mü?
Bırakın bütün bunları, televizyonlarda yayınlandı, koskoca devlet ricalinin önüne konulan, babası tutukevinde bir çocuğun, bir muhalefet liderine söylediği sözleri, o çocuk nereden bilir ki?
Öğretilir. İşte bu tür aşılar ile bir toplum bozulur. Ve bir gün sizin verdiğinizden azıcık fazlasını verene hizmet için, herkesin önüne çıkabilir bu çocuklar.
Çoğu kişi farkında değil sanırım ama, insan önce ailede birey olur. Sonra okulda öğrenci, işyerlerinde çırak, kalfa, askerde yurttaş olup sokaklara salınır. İşte devlet de, böyle güvende, güvencede olur.
Bugünkü Türkmenistan sınırları içindeki Merv şehrinde, 1206'da doğup daha sonra da Anadolu'ya göç eden, Osmanlı Beyliği'nin kurucusu Osman Bey'e, hocası Şeyh Edebali:
"Ey Oğul, insanı yaşat ki, Devlet yaşasın" söylemi çok sıradan değildir. Yine Türk destanlarında da toplumun Uluğları; "Bilin ki şunu, İl gider Töre kalır. Devlet, insan ile topraktan meydana gelir. İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın. Kağan ise ilden sonra gelir. Töre ile ilini kaptırmazsan yaşarsın." der.
Bireyden topluma, oradan da devlete kadar giden bir yol vardır. Bu yolun taşları da her bir birey tarafından tek tek döşenir.
O yüzden, insanların bozulmasını çok sıradan bir şeymiş gibi göremeyiz. Evlerin içinden sonra, sokaklar, mahalleler bozulmaya başlar ise, ülke için sorun var demektir.
Hele hele yöneticilerin bu konudaki sorumlulukları ise çok farklıdır.
Nicollo Machiavelli, Prens adlı yapıtında, dönemin İtalyan şehir devletlerinin Prenslerine, erdemini yitirmiş kişiler için şunu söyler:
“Eğer bir millet, iktidarda bulunan kişilerin şerefsizliğini, alçaklığını, hırsızlığını, yalnızca kendi siyasi görüşünden olduğu için görmezden geliyorsa, o millet erdemini yitirmiştir.
Erdemini yitiren millet bir gün vatanını yitirir”. der.
Büyük Atatürk'ün neden eğitim ve öğretim konuları ile öğretmenlere büyük önem verdiğini şimdi daha iyi anlıyor muyuz?
İnsanları tanıdıkça, insanın, mayasının ne kadar da önemli olduğunu görüyor ve anlıyor insan. Bu maya ise, eğitim ile oluyor.
İnsan, kişisel olarak, toplum bireyi olarak ne kadar da önemli. Yarınlara güvenli bakmak ve güvenli ve güven içinde olmak için, insan ve insanda da eğitim şart.