Şimdi yazacaklarım biraz köşeli olacağı için, işkembeden atmadığını nereden bilelim diyeceklere sözlerim ile başlayalım.
Bu yazacaklarımın şahidi hepsine sağlıklı ve uzun ömür dileyerek bazı dostlar olacak. Çok özel şeyler de paylaştığımız bazı dostlar artık aramızda değiller. Onların da toprakları bol olsun.
Bir yönetmeninin (H. R.) yanlış bilgilendirmesi sonucunda bir sabah erkenden telefon ile arayarak, "Ben Türker İnanoğlu, beni tanıyor musun?" diye başlayan konuşmadan sonra, yaptığım işin doğruluğunu ve kendi projesinin lehine bir süreç olduğunu görünce;
Hâlâ "tahsilatını" yapmadığım, "Bak çocuk, anladım senin ile ilgili bana yanlış bilgi vermişler" deyip, arkasından "uygun" sözcükleri saydıktan sonra:
"Ben yaşadıkça ne zaman istersen tahsil edebileceğin bir hakkın, alacağın var" diyen yapımcı, sinema duayeni Türker İnanoğlu'nu mu saysam,
Yılmaz Güney'in Umut filmden ortağı ve dostu Yeşilçamın Adanalı/ Osmaniyeli, "Apo Gardaşı" Abdurrahman Keskiner'i mi saysam,
Yoksa bu sıralar Antalya ve Ayvalık arasında turist gibi gezen Zafer Par'ı mı saysam,
İstanbul ile Marmara Adası arası günlerini geçiren hem yakışıklı oyuncu, hem de yönetmen Şener Gezegen'i mi,
Yoksa Babası Ünlü yönetmen Orhan Aksoy'un oğlu Turgay Aksoy'u mu tanık göstersem bilmem ki.
12 Eylül Ülkenin her şeyinin içine ettiği gibi, sinema sektörünün de içine etmiş, Yeşilçamın Türk Filmleri "Civciv Çıkacak, Kuş Çıkacak" düzeyine kadar varmıştır.
Ülke genelinde olduğu gibi Kültür ve Turızm Bakanlığı bünyesinde de dönemin Bakan ve Müsteşarlarının girişimleri ile, "Yeşilçamın Sağlıklı Filmler" ile ayağa kaldırılması projesi başlatılmıştır.
Dönem ANAP iktidarında, sürece daha demokratik bakan Bakan, Müsteşar ve Genel Müdürler de daha tutucu ve muhafazakar yöneticiler de vardı.
Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü ile Sinema Dairesi Başkanlığı olayın bir boyutunu planlarken, bizim birim adına benim de görevim;
Film yapım sürecinin ekonomik, Maliye ve Sayıştay boyutundan, senaryosundan tutun da snopsisine, senaryonun teknik, hukukî ayrıntısına kadar her şeyi taraflar ile konuşup bir orta yolunu bulmak görevi bana düşüyordu.
Sinemanın bu teşvik sürecinde bir çok güzel ve nitelikli film çekilmiş, ödüller de kazanmışlardı.
İktidarlar, her zaman seçmen kitlesini tedirgin etmekten çekinirler. Bürokrasi ve yöneticiler de bu konu ve süreçlerin sağlıklı yönetilmesi için varlardır.
Bütün bu deneyimlerden sonra bu yıl 60'INCI YILI olan ANTALYA ALTIN PORTAKAL FESTİVALİNİN, genel iktidarın/ Hükümetin bahane arayan nedenler ile olayı sabote etme çabalarına, Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin ve Altın Portakal Vakıf ve yönetiminin de süreç yönetimindeki başarısızlığı, halkın her yıl büyük bir sevinçle beklediği festival süreçlerini yaşayamayacak olmalarına, hayal kırıklığına sebep olmuştur.
Antalya gibi tüm dünyanın Türkiye'nin turizm başkenti saydığı, sayısız başarılı organizasyona imzanın atıldığı bir yerde, böyle bir organizasyonun başarı ile yapılamaması, Antalya adına çok büyük şanssızlık olmuştur.
Hele hele festival organizasyonunu yapan vakfın ve organizasyon komitesinin Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin seçimi ve tercihleri ile yapıldığının göz önüne alınması ile Büyükşehir yönetimi açısından da çok büyük bir soru işareti olmuştur.
Ben, yöneticilerin sürece ilişkin bir bahane bulacaklarına hiç kuşku duymam da, Antalya halkı gibi çağdaş, eğitim ve kültür seviyesi yüksek bir seçmen ve yurttaş kitlesinin buna ne diyeceğini çok merak ederim.
"Hiç bir mazeret, başarının yerini tutamaz" der, Mustafa Kemal Atatürk.