“Yardım mı, dayanışmam mı?” / İbrahim UYSAL

“Yardım mı, dayanışmam mı?” / İbrahim UYSAL

Her geçen gün şunu daha iyi anlıyorum ki, öğrenmekten daha güzel ve mutlu eden bir şey yok. Bu acı olsa ve yaşayarak öğrensek bile.

"YARDIM" sözcüğünden nefret etmesem, iğrenmesem de, pek hoşuma gitmediğini söyleyeyim de, yetsin!..

Neden böyle. Eğer yardımı bir iyilik olarak düşünüyor iseniz, sorun yok ama bu sorunu çözmüyor. Şimdi, size bir sorum olsun.

Size yapılan "hayatımı kurtardı" denilecek yardımı, iyiliği kaç kişi anımsar. Ama son zamanlarda birinin hatır sorması bile sizin, onu bir yerde konu etmenize, anımsamanıza yeter de, artar bile.

O yüzden birilerine yardım edilerek sorun çözülmez. Sorunu, kökten çözebiliyor muyuz, ona bakmak gerek.

Kurumlar, insanlara "BİR PARÇA İŞ" verip, hem sürekli olmayan işlerini çözdürse, hem de gereksinimi olanların onuru ile çalışıp, kazanıp, yaşamaları sağlansa kötü mü olur?

Ama "ASKIDA EKMEK" daha havalı. Kaç kişi doyacak ki.

Alışveriş yaptığım yerlerde, "askıda ekmek" bekleyen önümdeki kişinin, utancından beni önüne geçirmesinden, ben utanıyorum.

Eskiden ne güzel günlermiş "İMECE" günleri.

(İmece: Geçmişte kırsal kesimde yaşayayıp, askerde, hasta, yaşlı, ihtiyacı olanların işlerininin gönüllü ya da zorunlu olarak ve el birliği içinde yapılmasıdır.)

İşte geçmişin bu imece işlerini günümüzde, SOSYAL DEVLETLER yapıyor. Sorunu kökten çözerek.

Peki, "ASKIDA EKMEK" ya da poşetler ile makarna dağıtımını ise REFAH DEVLETLERİ yaparak, yarayı tedavi değil, pansuman ediyor.

Eee, iyi de bizde de "refah devletleri" gibi yapılıyor, o zaman biz "refah" devleti miyiz, demeyin. Televizyonlara bile yansıyan o kadar işsiz ve aç ağlayanlara bir bakın, bana soracağınıza.

Oysa askerliğini yap, çalışırken vergini ver, aldığın her şeyden alınan, ödediğin vergiler ile de otoyollar, havaalanları yapılsın, sonrada birileri senin geçemediğin, görmediğin o yollardan geçsin, sen de ağla.

Olayı fazla dramatize etmeden bir fıkra anlatayım da düşünün.

Çocukluğunda köyünden ayrılmış, okumuş, iş sahibi olmuş bir adam arabasına biner ve köyünün yolunu tutar.

O zamanlar demek ki, parasını verecek "uyanıklar" olmadığı için yol da yapılmamış; köyüne giden adam köyün ovasından geçerken arabası çamura saplamış, kalmış ve patinaj yapıp ne yapsa çıkmıyor.

Sonra, yakında görünen bir köylünün evine kadar yürüyüp yardım istiyor. Yaşlı köylü, adamı dinledikten sonra arabanın saplandığı yere ve arabaya baktıktan sonra sakin sakin, “Bizim Kır Efe halleder” diye mırıldanarak ahırına doğru yürümeye başlıyor.

Yıllar önce köyünden ayrılan adam, "Kır Efe"nin kim olduğunu merak eder ve peşinden gittiği yaşlı köylünün ahırdan yaşlı ve kör bir katırı çıkardığını görünce de şaşırır ama bir şey demez.

Kırsal kesimde sevilen her hayvanın bir adı, lakabı vardır.

Yaşlı köylü, bir balya saman ve kalın da bir urgan alıp arabaya atar. Sonra da yaşlı katırı arabaya koşar ve giderler.

Şehirli adam çiftçinin elinde sopa, kırbaç gibi bir şey olmadığını fark edip şaşırsa da, ses çıkarmaz.

Arabanın yanına geldiklerinde çiftçi urganın bir ucunu arabanın tamponuna, diğer ucunu da Kır Efe'nin koşumlarına bağladıktan sonra, bağırmaya başlar;

“Hadi Kır at, hadi Aslan Doru, ha gayret Yeleli Kısrak!, hadi davran Kır Efe!.." diye.

Yaşlı katır ismini en sonunda duyduğu anda büyük bir çabayla ileri atılır ve arabayı saplandığı çamurdan çekip, çıkartır.

Adam, çelimsiz yaşlı katırın gücüne şaşırır. Köylüye teşekkür eder ama dayanamayıp sorar:

“Neden Kır Efe’nin ismini söylemeden önce o kadar isim saydın?”

Yaşlı köylü gülerek, “Kır Efe'nin kör olduğunu görmedin mi? Kendisini, bir takımın parçası hissedince, Kır Efe daha becerikli olur. Eğer kör olmasa idi, çamura gömülmüş arabayı asla yalnız başına çıkaramazdı. O kadar ismi saydığım zaman kendisi ile birlikte çalışan bir kaç katır daha olduğunu sanarak, heyecanla üstüne düşeni yapmak için olanca gücü ile gayret etti" der.

Buradaki gibi, başka hayvanlar olmasa, dayanışma olmasa da, dayanılışıyormuş havası bile önemli bir motivasyon sağlamaktadır.

Yeni bir seçim dönemine daha giriliyor, siyasilere ve yöneticilere hiç sözüm yok. Onların işi tıkırında.

Ben asıl her şeyden ağlayan, mağdur olan seçmene iki kelam etmek isterim.

Deniz tükendi, seçimler ile bir yol ayrımına gelinse de; seçecekleriniz, nereye gideceklerini ve ne yapacaklarını bilmiyorlar ise, kimi seçerseniz seçin, alan aldığını kapıp gidecek, dertler yine "elim kırılsaydı da" diyerek size kalacak.

Martaval anlatıyorum değil mi, herkesin her şeyi bildiği bir yerde.

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER