Hemşehrimiz Sinoplu DİYOJEN (MÖ:412- MÖ:323), günün ortasında elinde Fener ile "ADAM ARIYORUM" diyeli yıllar olmuş.
Diyojen'den sonra da insanoğlu aramalarını sürdürmüş ve istediğini bulamamış olmalı ki, bu kez de kendisinin hükmedeceği yaratığı, yapmaya karar vermiş ve önce "Sibernetik", ardından da bilgisayar ve robotlara kadar gelinmiştir.
Bu aralar günümüz dünyası insanı da, yapılan robotlara akıl ve zeka katmaya karar vermişler; teşvikler ile insan zekasını da taklit ederek, "yapay zeka" denilen sistemi geliştirmişler.
Yapay zeka, sınırları zorlayıp damarlarımıza kadar girecek gibi görünüyor. Bari iyi yaratıklar çıksa da, bizi "ne idiğü belirsiz" şeylere teslim etmeseler!..
Baksanıza, parası ve aklı bol zenginler ürettikleri yapay zekalı yaratıklardan kendileri bile korkmaya başlamışlar ki, sınırlama getirilsin diye çırpınıyorlar.
Bilim ve teknolojide hal böyleyken, Devlet yönetimlerinde hal nicedir?
Ellerin tarihini geçelim de, kendi yakın tarihimize bakınca dönem dönem "bahar havası" yaşamış isek de, ortalıkta bir kıtlık görüyoruz.
DEVLET olmasa da İktidarlar, toplum ve Milletlerin bir gerçeğidir.
Devlet yönetimi, asker-sivil Bürokrasinin eseridir. Ne yazık ki, bir devlet kurulurken sahip olduğu muhteşem gücü zaman ile koruyamayıp, bilinen çöküş süreçlerini yaşayabiliyor.
Halkın kendisinin seçerek yarattığı sorunlar olduğu gibi, masum olduğu durumlarda var.
Kişi olarak İnsanın iki boyutu vardır. Birisi kendileri ile ilgili kararları ve tercihleri olduğu gibi, diğeri de toplumsal rol ve ilişkileri gereği üstlendiği rol ve konulardır.
Kişinin tekil olarak yapacağı bir yanlış kendisini, ailesini ve yakın çevresini ilgilendirir ve bağlarken,
Toplumsal rolü gereği yapacağı siyasi seçimler ise, toplumun her kesimini ilgilendirir.
Almanya'da Hitler, İtalya'da da Mussolini, halkın huşu içinde yaptıkları seçimler ile iktidara gelmişlerdir ve gitmemişledir
Sonraki yaşananlar, seçenleride seçilenleri de mutlu etmemiştir.
O yüzden Devlet Adamlığı, bir toplumun, milletin ve devletin kaderi için çok önemlidir.
Bazıları Türk Milletinin ne kadar asil olduğunu konuşsa da, tarihini Osmanlıda Fatih'ten önceye götürmez.
Oysa, askerlik yaptığı kışlanın duvarına, göğsüne takılan armaya baksa, askeri anlamda bile Türk Devlet geleneği ve tarihinin derinliğini, M.Ö.209'ları görecektir.
Bu bir kasıt değil ise cehalettir ki, bu da ancak eğitim ile olur.
Bir de, binbir güçlükle kurulan Türkiye Cumhuriyeti tarihini bilmeden, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü anlamadan, laf etmek moda olmuş.
Günümüzde ise onca yaşanan tarihi süreçten sonra görünen o ki, bir şeylerin iyi gitmediği ortadadır.
Hoş, bu dünyada herkesin bir görevi vardır, biliriz ama bildiğini sananlar da insanı ve insanlığı da salak yerine koymasınlar.
COVID-19 sonrası gördük ki, dünyanın geleceğinin pek tekin değil, biraz karışık gibi.
Olay, DEVLETE ve DEVLET ADAMLIĞINA dayandığından, bizim ile ilgisi ise seçimlerimiz.
Sorunun ilk yanıtını Sinoplu hemşehrimiz Diyojen'den vermiştim ama anlamayanlara da Tarihimizin bir dönemi Osmanlı'dan da vereyim.
"KAHT-I RİCAL", Osmanlı’dan günümüze gelen bir deyim olup, 1700'lü yılların sonlarına doğru Devlet Yönetiminde yaşanan sürece denilmektedir.
Sebebi, Kifayetsiz Muhterislerdir.
O yüzden de "kaht-ı rical" sıkıntısı diye bir dönemi göremez ve okuyamazsınız tarih kitaplarında.
"Kaht-ı Rical", "Devlet Adamı kıtlığı" olarak anlaşılsa da, Devleti bilenler bilir ki, Ülkede Adam kıtlığı olmaz. Hatta "Adam"dan bol bir şey yoktur ama nitelikli Devlet Adamı olmak da, bulmak da nedense hep sorundur.
Devlette niteliği göz ardı etmek, çöküşün temelini atmak ile eş anlamlıdır.
O yüzden Devletler, Fatih Sultan Mehmet gibi 5 dil, felsefe ve matematiği, top yapabilecek kadar da fizik-kimyayı bilen;
Atatürk gibi Dünyanın geleceğini okuyabilen Devlet adamları sayesinde yol alırlar.
Osmanlı'da 16 yıl 3 ay padişahlık yapan 3.Mustafa (1717 – 1774), Şehzadeliği boyunca dini bilgiler, edebiyat, tarih, coğrafya ve askerî bilimleri konusunda dönemin bilginlerinden ders alır ve ‘’Cihangir’’ mahlasıyla da şiirler yazar.
Bir Şiirlerinde, kaht-ı rical'den şöyle şikâyet eder:
"Yıkılıpdur bu cihân sanma ki bizde düzele/ Devlet-i çarh-ı denî verdi kamu mübtezele / Şimdi ebvâb-ı saâdetde gezer hep hezele / İşimiz kaldı hemân merhamet-i lem-yezele’"
GÜNÜMÜZ TÜKCESİ ile: "Düzeleceğini zannetmeyin, dünya yıkılıp gidiyor;/ Alçak felek devleti aşağılık adamlara teslim etti./ Mutluluk kapılarında şimdi bu aşağılık, adi adamlar dolaşıyor/ İşimiz artık Allah’ın merhametine kaldı."
Sorun iktidar ya da muhalefet konusu ya da sorunu değildir.
Onlar bir gün giderler ey AHALİ, biz bize kalırız. Bir düşünün!..
Osmanlı'da bile 3.Selim, 2.Abdülhamit ve sonrakiler hep bir nitelikli yönetici bulamama sorundan söz ederler.
Amerikalı tarihçi Bernard Lewis ‘’İslam'ın Siyasal Söylemi/The Political Language of Islam (Phoenix- İstanbul, 2007) adlı yapıtında:
“Türkiye’de yazarlar, düşünürler, üniversite profesörleri ve işadamları dünyadaki benzerleri düzeyinde yetenekli, iyi eğitilmiş, deneyim sahibi kişiler olmalarına karşın siyasal sistem, bu insanları son derece etkin bir biçimde iktidardan uzak tutacak şekilde tasarlanmıştır. Bunun doğal sonucu olarak da Türk demokrasisi engellenmiş durumdadır.
Başka hiçbir ülkede eğitimli seçkinlerin düzeyiyle, siyasal sınıfın düzeyi arasındaki fark, Türkiye ölçüsünde büyük değildir.
Onlarca yıldır Türkiye’nin önemli siyasal partileri bir tek kişi ya da kimi zaman işbirliği içindeki küçük bir grup tarafından yönetilmiştir.
Bu kişiler ise kamu görevi için tek bir ölçütü kullanarak seçim yaparlar: "kör bir itaat" ..... ...
Yalnızca dalkavuk kabul edilir, bağımsız düşünürlerden ölümcül salgın virüsü taşıyorlarmış gibi kaçılır. Yalnızca statükoya bağlı bir avuç soğukkanlı tutucunun egemen olduğu siyasal sistem böylece kemikleşmiştir...” der.
Bu olanlar, sizi rahatsız etmiyor, iktidar ve muhalefeti seçenler hallerinden memnun iseler, her halde bana da, ...... ... düşer!..
Bu arada en azından şimdilik olanların "mala davara bi zararı yok", "çoğuna dar gelen şimdilik, bana bol geliyor" da!..
Yine de birlikte bir düşünsek mi?