Günlerden pazartesi, sabahın köründe televizyonlar acı haberi paylaşıyorlar. CNN International "Son dakika-7.8'lik ölümcül deprem, Türkiye'yi vurdu", başlığı ile olayı paylaşıyordu.
Bir işim dolayısı ile erkenden kalkıp Ankara Keçiören dolaylarına gitmem gerektiğinden, evden erkenden çıktım, işimi de öğleye doğru, (Ninem, bu vakitlere "kuşluk vaktı" derdi) kuşluk vakti işimi bitirdim ve park ettiğim yerden arabama binip geri dönüyordum.
Yol kenarında kırmızı renkli, acil yardımcıların giydiği tarzda giysili, sırtında da sırt çantası, ayaklarında da botlar olan zımba gibi bir delikanlı yol kenarında bekliyordu.
Geç fark ettim, akan trafikte bir şey yapamazdım; en yakın sokaktan gencin beklediği caddeye geri döndüm ve önüne gelince de korna çalıp, arabamın açtığım camından, deprem için yola çıkmış gönüllü olduğu her halinden belli gence, nereye gideceğini sordum.
UMKE merkezine, dedi.
Buyurun ben götüreyim, dedim. Mahçup bir tavır ile, "ama sizin yolunuz neresi bilmiyorum da, orası size ters gelmesin", dedi.
Doğru, bana ters bir yerdeydi, sabahın köründe kar serpintileri altında bekleyen, sırtına sırt çantasını almış, yüce gönüllü birinden daha öncelikle ne işim olabilirdi ki!..
Biraz utangaç bir tavır ile arka koltuğa sırt çantasını koyup, yan koltuğuma oturdu.
"UMKE" Ulusal Medikal Kurtarma Ekipleri diye Sağlık Bakanlığına bağlı bir birim ve bu genç hemşire de, Keçiören de ki bir Devlet Hastanesinde, sağlık personeli olarak çalışıyormuş.
Biraz görev gereği, biraz da gönüllü, iki küçük kızını ve eşini evde bırakıp, deprem bölgesine, acılı insanlara yardıma gidiyordu.
Onu, Ankara'da Mustafa Kemal Mahallesinde ki UMKE birimine bıraktım. Büyük bir minnet ile teşekkürüne, siz değil, ben size büyük bir minnet ve içtenlikle teşekkür ederim, dedim.
Çalışma yaşamı Kamu'da geçmiş birisi olarak, bu gibi özverili insanların çabalarının ne denli özel ve başarılı olduğunu bilirim.
Elbette ki, böyle durumlarında kamu, gereken her türlü işi yapıyor ve çalışanını da görevlendiriyordu.
Fark etmesem, bu özverili genç hemşire, beklediği Ulus dolmuşu ile Ulus'a gidecek, oradan da Mustafa Kemal Mahallesine giden ilk Belediye otobüsü ile UMKE yakınlarında bir durakta inecek, baya bir yol yürüdükten sonra yorgun argın, deprem bölgesine giden ilk araç ile gidecekti.
İşte sorun burada başlıyordu. Keşke çok zamansız gelişen bu süreç içinde, kamu kaynakları ya da gönüllülerden, bu güzel insanlara daha fazla dokunulsa en azından sıradan sorunları açılsa idi. Oralarda yaşanacakları, merak bile etmiyorum.
Deprem olmuş, ölen sayısı onlar ile başlansa da bu bir iki gün sonra binleri aşıp on binlere ulaşacaktır.
Yıkılan evlerin sayısı bile belli olmayacak. Köylerde, kasabalarda, kenar mahallelerde başlarını sokacakları evlerde yaşayanların evleri ile birlikte, şaşalı yaşamlı şehir evleri, REZİDANSLAR da yerle bir olmuştu.
Gölcük Depremi olarak bilinen depremde bile resmi sayı 20 bin dolayı olsa da, resmi kayıtlara girmeyenler ve göçük altından çıkarılamayanlar ile bu sayı 30 binin üstünde olduğunu herkes bilir.
Burada da, benzer şeyler olacaktır.
Bu deprem sıradan bir deprem değildir. Kaç kişinin yaşamını yitireceği konusunda bir tahmin yürütmek olası olmasa da, ülkenin dörtte birini kaplayan bir bölgede olan depremde can kaybının, Gölcük depreminden az olmayacağı da açıktır.
AFAD tarafından açıklanan verilere göre merkez üssü Kahramanmaraş'ın Pazarcık (saat 04.17) ve 04.26'da Gaziantep'in Nurdağı ilçesi'ndeki (04.26) depremler; Kahramanmaraş, Kilis, Adana, Malatya, Osmaniye, Hatay, Şanlıurfa, Adıyaman, Diyarbakır ve Gaziantep'te büyük yıkımlara ve can kayıplarına sebep olmuştur.
Acı içimizde, yaraları birlikte saracağız. Geçmiş ile ilgili bir takım defterler açılacaktır, bu başka bir konu ama "ateş, düştüğü yeri yakar". O yüzden yaşanan olayları ve yaratacağı sorunları kafamızı ellerimizin arasına alıp düşünsek, iyi olur.
Nereden çıktı(?) ise ülkedeki bu ekonomik kriz; ne var ise satılsa da, atılsa de geçirilemediğine göre, depremin yaratacağı ekonomik sıkıntı ve yıkıntıyı, ben söylesem ne yazar ki, yaşayınca anlarsınız.
O yüzden, konuyu yöre halkı ve yörenin "kır/aç saçlıları" oturup bir düşünse iyi olur. Bu olağanüstü bir dönemin (ekonomik kriz, uluslararası siyasi krizler) kazasız ve belasız atlatılması için, çok iyi düşünmek gerek.
Osmanlı'nın tarihini TV dizlerinden öğrenenlere bir sözüm olmaz da, onlara siyasi ve düşünsel olarak yakın olanlar keşke tarihte yaşanan bir takım değişiklikler ve yıkımların sebeplerini bir araştırsalar, ne iyi olur.
Unutmayın, ülkelerin ve milletlerin kaderi yalnız savaşlar ile değişmez. İSTİLA ve DEPREMLERİN de ne tür birer yıkıcı gücü vardır, tarih kitaplarına bir bakın kitaplara derim.
Başta TBMM başkanı, ülkenin kaderinde önemli roller üstlenmiş yurtsever insanlar oturup sorunu bütün boyutları ile bir konuşsalar ve ülkemiz ve milletimiz için ne yararlı olacak ise bir karara varsalar.
Sorun siyasi değildir. Nasıl, depremin her şeyi için HALKA ÇAĞRILAR yapılıyor ise, çözümü için de benzer şeyler yapılmalıdır.
Yoksa bu işler, şeyhlerin ve şıhların akıllarına uyarak camilerden salalar verilerek çözülecek şey değildir.
Din, bir toplum ve milletin olmazsa olmaz, birleştirici ögelerinden biridir. Gel gör ki bu durum ülkemizde, deprem kadar ayrıştırıcı ve yıkıcı süreçlere kadar varmıştır. Her tarikat ve cemaatin camileri bile ayrı ayrı iken, nerede birlik ve beraberliği düşünmek!..
Bu yüzden, ülke de bizim, acılar da.
Tarihte, Osmanlının son günlerinde İngiliz gemilerine binip gidenleri ve Cumhuriyet tarihi içinde de Sam Amca uçaklarına binip gittiklerini unutmuş olmayız, sanırım.
Deprem ve yaratacağı süreç, deprem kadar yıkıcı ve yıpratıcı olmasın, dilerim.
Acı da, Ülke de, Yarınlar da hepimizindir.
Cenazelerimizi toprağa, acılarımız da yüreğimize gömerek, dayanacak ve yaşayacağız.
Başımız sağ olsun, Geçmiş olsun!..