Geçtiğimiz günlerde bir markette şeker bulamayan vatandaş “Cumhurbaşkanı yalan mı söylüyor? Şekeri nereye sakladınızsa çıkarın” diye ortalığı velveleye veriyordu. Şekerin yokluğunun iktidarın yanlış politikalarından olabileceğini kabul etmek işine gelmiyor, biraz da yalakalık damarı kabararak kabahati başka yerlerde arıyordu.
***
Böyle bir huyumuz var. Kolaycılık ve biraz da kurnazlıkla asıl sorumlularla başımızı derde sokmadan olayın güçlülerini görmezden gelerek, güçsüzlere saldırarak tepkimizi göstermek hem utanmazlık, ucuz kahramanlık, hem de sorumsuzluk değil de nedir?
***
Örneğin göçmen sorunu… Göçmenlerin hele böyle ülke ekonomisinin batışa geçtiği bir dönemde neden oldukları, yarattıkları sorunlardan hepimiz rahatsızız… Kimimiz bu konuda tepkilerini aşırı milliyetçi/ırkçı duygularla, hatta hakarete varan, tehdit eden yöntemlerle gösteriyor. Acıma ve utanma duygularından uzak, empati yapmaya hiç uğraşmadan, bu insanların burada ne aradıklarını, niçin geldiklerini, kimlerin getirdiğini, hangi sıkıntıları çektiklerini, kısacası bu insanlık dramının asıl faillerinin kim olduğunu hiç düşünmeden sadece sokakta gördükleri göçmenleri suçlayarak onların kendi kendilerine ülkelerine çıkıp gitmelerini istiyorlar. İyi de; Ülkeleri onları istiyor mu? Gitseler kabul görecekler mi? İdama varan cezalara muhatap olacaklar mı? Gitmeye ve orada yeni bir hayat kurmaya maddi güçleri var mı? Bunları düşünmeden sadece “Evine git” demek yetiyor mu?
***
Yükselen faşist çığlıklar umarız ve dileriz ki istenmeyen kanlı olaylara neden olmaz ve aklın yolu galip gelir. Ama “Oldu bir kere..” diyerek ya da “Ekonomiye ucuz iş gücü ile katkıları var” diyerek bu sorunu çözümsüz bırakmak da olamaz.. O nedenle ilk yapılacak iş ülkemizin bu göçler için cazip bir ülke olmaktan çıkarılması ve artık göçmenler için ülkemizin yol geçen hanı olmasından vaz geçilmesidir..
Bu konuda derhal etkin yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Vatandaşlık hakkı verilmesinin çok zorlaştırılması ve koşullarının ağırlaştırılması sağlanmalıdır..
***
Gitmek istemeyen veya gidemeyenlerin belli yerleşim bölgelerinde yoğunlaşmaları yerine yurdun her bölgesine dağıtılması düşünülmelidir. Dağıtıldıkları yerlerde 10 yıl ikamet etmeleri zorunlu kılınmalıdır. Buna uymayanların vatandaşlık istemleri kabul edilmemelidir. Bu ve buna benzer alınabilecek önlemlerle hukuk, barış, kardeşlik, insan hakları ölçütlerinde herkesi mutlu edecek çareler bulunabilir. Suriye ile barış oluşturulabilir ve yaşam hakları uluslararası güvenceye de alınabilirse en güzel çözüm göçmenlerin kendi ülkelerine dönüşlerinin sağlanabilmesidir. Ama öncelikle ve en önemli iş Türkiye’nin göçmenler için cazip bir ülke olmasından çıkarılmasıdır.
***
Bu konuda hepimiz sesimizi yükseltelim. İtiraz edelim. Kızgınlığımızı daha sert bir şekilde ortaya koyalım, ama bu insanlara, onların ailelerine, bebelerine değil, Suriye’deki savaşı başlatanlara, müdahil olanlara, hatta savaşı körükleyenlere, “Emevi Camii'nde namaz kılma” hesapları yapanlara, bunların oy deposu olabileceğini bile aklından geçirenlere, AB ye karşı yine bu zavallıları rehin tutanlara kızalım. Soruna çözüm aramak yerine hala sessiz kalanlara karşı sesimizi yükseltelim. Kolaycılığı, yüreksizliği, utanmazlığı bırakıp önce gerçek sorumluları görelim. Faşist söylem, eylem ve önerilere itibar etmeyelim.
Namuslu, insan haklarına, hukuka uygun herkesi mutlu edecek çözümler bulunabilir ve bulunacaktır. Ama bu süreçte insanlığımızı hep aklımızda tutarak sakin olalım.