SOL Parti Edirne İl Örgütü’nden yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi; “Türkiye’de ilk Covid-19 vakasının açıklanmasının üzerinden bir yıl geçti. Bu bir yıl boyunca salgında hayatını kaybeden tüm insanlarımızı sevgiyle anıyoruz.
Covid-19 herkes için eşit sonuçlar üretmedi. Hayatını kaybedenlerin büyük çoğunluğu dünyanın her yerinde emekçiler ve yoksullar oldu. Sağlıklı gıdaya ve barınma imkânlarına erişimi olmayan, teşhis ve tedavi süreçlerinden yararlanamayan milyonlarca emekçi ve yoksulun zayıf bedenleri bu virüse yenildi.
Geçen bir yılda kamunun kaynakları teşvik, borç iptali ve vergi indirimleriyle sermayeye aktarıldı. Yandaş müteahhitlerin borçlarını silen, patronlara türlü teşvikler veren AKP-MHP iktidarı köylülerin tarlalarına el koydu, KYK borçları nedeniyle öğrencilerin evlerine haciz gönderdi, esnafı tersledi, asgari ücretten vergi aldı.
Emir ile çalışan TÜİK rakamları bile işsizliğin artışını göstermek zorunda kaldı. Son yayımladığı atıl işgücü oranı istatistiği ile gerçek işsizlik oranının %29.1 olduğunu kabul etti. Son bir yılda hizmetler sektöründe 472 bini erkek, 248 bini kadın tam 728 bin kişi işini kaybetti. Özellikle sosyal temas gerektiren otel, lokanta, kafe, perakende satış gibi işlerde çalışanlar derin bir yoksulluğa sürüklendi.
Sosyal Koruma Kalkanı adı altında pandemi sürecinde yapılan tüm yardımların toplamı 53 milyar lira. Bu, toplam üretimin sadece %0,93’üne denk geliyor. Birçok ülkede salgın sürecinde GSYH’nin %10’u dolaylarında sosyal yardım yapıldığı düşünülürse Saray rejimi yurttaşı daha da derin bir yoksulluğa itmektedir. Ama 2021 bütçesinde sermayeye tanınan vergi indirimleri, teşvikler 230 milyar lirayı buluyor. Yurttaşlarımız; gelirleri ile ihtiyaçlarını karşılayamadığı için borçlanmaya başvurmak zorunda kalıyor. Her 10 kişiden 7’sinin borçlu olduğu görülüyor. Son rakamlar kredi kartı borçlarının 206 milyar liraya, ihtiyaç kredilerinin ise 386 milyar liraya ulaştığı görülüyor.
Ülkemiz sağlık sistemi 12 Eylül 1980 darbe sonrasında başlayan “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” politikaları ile özelleşmeye başlamış ve AKP’nin şehir hastaneleri ile zirveye çıkmıştır. Sağlık sistemimizde koruyucu sağlık hizmetleri anlayışının temelini oluşturan birinci basamak sağlık hizmetleri ülkemizin tarihi boyunca birçok bulaşıcı hastalıkla başarı ile mücadele vermiş, anne-bebek ölümlerini azaltma konusunda ciddi kazanımlar elde etmiş ve birçok koruyucu sağlık hizmetini başarı ile uygulamış bir geçmişi barındırmaktadır. Ancak sağlıkta dönüşüm programının öncesinden başlamak üzere bu alana yatırımlar azaltılmış, sistem işlemez hale getirilmiştir. Bu süreçte sağlık hizmetlerinde her hastaya ‘müşteri’ olarak bakılmasının altyapısı kurulmuştur.
Salgında Başarısızlık
Salgınla birlikte kamu hastanelerinin neredeyse tamamının pandemi hastanesi ilan edilmesi nedeniyle zorunlu ve acil olmadığı düşünülen (elektif) hastalara ilişkin hemen tüm işlemler ertelenmiştir. Bu nedenle de yaşlı hastalar, gebeler, hematoloji-onkoloji hastaları, kronik hastalığı (kalp, şeker, hipertansiyon, böbrek, KOAH vb.) olanlar ve ameliyat olması gerekenler özel sağlık kuruluşlarına yönelmek durumunda kalmışlardır. Pandemi nedeniyle sağlık turizmindeki gelirinin azalmasını da bahane eden özel sağlık sektörü, kamu hastanelerine gidemeyen elektif vakalara, Covid-19 tedavi süreçlerine, yoğun bakım ve test ücretlerine yoğunlaşarak düşen gelirlerini yeniden sağlamaya yönelmişlerdir.
Salgın başlangıcında “ücretsiz maske dağıtacağız” diye ortaya çıkan iktidar yaklaşık iki ay içerisinde altı kez yöntem değiştirerek nihayetinde maske satmayı becerebilen bir başarı destanı yazmıştır. Pandeminin şeffaf bir yönetim ile olacağı iddia edilse de açıklanan rakamlar süreç boyunca kuşku uyandırmış, en son belediyeler tarafından rakamlar açıklanmaya başlayınca resmi rakamların doğru olmadığı ortaya çıkmıştır. Salgında aşı politikası açık ve şeffaf olarak yürütülmemiş; nitelikli, ücretsiz aşı ve hızlı aşılama sağlanmamıştır.
Şehir Hastaneleri Bütçeyi Alıyor
İktidarın övünç kaynağı şehir hastaneleri sağlık bütçesini tüketmektedir. Toplam 17 bin 509 yataklı 13 şehir hastanesi için 2021 yılı bütçesine 16,4 milyar TL kira ve hizmet bedeli konulmuştur. Yani 2021 yılında ödenecek para ile 1000 yataklı 15 hastane yaptırmak mümkündür. Çok sayıda hastanenin kapatılması ve erişimi zor, devasa boyutlarda tek hastanede toplanması salgın hastalık yönetimi ve tedavisi için olumsuzluktur.
Bir yandan kapasiteyi aşan hasta yoğunluğu, diğer yandan yetersiz kişisel koruyucu malzeme ve düzenlemeler nedeniyle pek çok sağlık çalışanı hastalığa yakalanmıştır. 5 Mart 2021 tarihi itibariyle toplamda 384 sağlık çalışanı Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Uluslararası Hemşireler Konseyi, Dünya Sağlık Örgütü, Dünya Tabipler Birliği sağlık çalışanları arasındaki yüksek hastalanma ve ölüm oranlarına dikkat çekmiş ve hükümetleri önlemler almaları gerektiği konusunda uyarmıştır. Ancak iktidar bunlara kulaklarını tıkamıştır.
Önümüzdeki Süreçte Muhtemel Seyir Ne olmalı, Ne Yapmalı?
Halen Türkiye’de 10 milyona ancak ulaşan aşılama yapılabilmiş durumdadır. Bu sayının yaklaşık 2 milyonunu aşının 2. dozunu olanlar oluşturmaktadır. Türkiye sınırları içinde yaşayanların tümü düşünüldüğünde iyimser tahminle toplumsal bağışıklık için en az 60 milyon insanın aşılanması gerekir. Hem virüste mutasyon gelişimine fırsat tanımamak için hem de hastalığın bulaşmasını kolaylaştıran mevsimsel gerekçeler nedeniyle aşılamanın en geç yaz sonuna kadar sonlandırılmasının önemi bilinmektedir. 90 günde 60 milyon kişinin çift doz aşılanmasının aritmetik karşılığı günde en az 1,5 milyon kişiye aşı yapılmasıdır. Bunun için de organizasyonun, motive sağlık ekibinin ve aşı tedarikinin kesintisiz sağlanması gereklidir. Ancak en önce aşı temini gerekir ki iktidarın bu konuda çözümü belirsizdir.
Salgın yönetiminde iletişim ve güvenin özel bir öneme sahip olduğu bilinmektedir. Son olarak Ocak-Şubat ayları içerisinde AKP il kongreleri ve Sağlık Bakanı’nın kalabalık cenazede boy göstermesi ile “şeffaf, güven veren Sağlık Bakanı” imajının Koca bir yalan olduğu belgelenirken işin “duygusal” yönleri de bir milyon ücretsiz aşıya para ödenmiş olmasıyla netleşmiştir. Ancak AKP salgın yönetiminin çökmüş/dağılmış olması durumun sürdürülemeyeceğini ifade etmemektedir.
Acil yüz yüze Eğitim ve Kamu Kaynakları Kamu Okullarına
Kamusal bir hizmet olan eğitimin temel ilkelerinin eşit, ücretsiz, düzenli, sürekli ve kapsayıcı nitelikte olması gerekir. Irk, dil, din, cinsiyet, sosyoekonomik yapının öğrencinin eğitimini etkilememesi tek bir öğrencinin dahi “mağdur” edilmemesi anlamına gelir. Salgında ise 19 yıldır süren AKP iktidarının piyasalaştırma politikaları doğrultusunda eğitimde yaşanılan eşitsizlik daha da derinleşti. Yoksul, emekçi halkın çocukları, özel eğitim gereksinimi olan çocuklar, kız çocukları, göçmen çocuklar, anadili Türkçe olmayan çocuklar, kırsal kesimde yaşayan çocuklar, mevsimlik tarım işçisi ailelerin çocukları, başta meslek lisesi öğrencileri olmak üzere salgında çalışmak zorunda bırakılan tüm çocuklar eğitimde yaratılan eşitsizlikten en çok etkilenen kesimler oldu. Milyonlarca öğrencinin eğitimden kopuş süreci hızlandı.
Salgın, eşitlik yoksa eğitimin bir hak değil, ayrıcalık haline geldiğinin kanıtı oldu. Salgında işletmelerin ihtiyaç bildirmesi halinde öğrencilerin ve çırakların salgında çalışmaya devam edebileceği açıkladı. Meslek lisesi öğrencileri maske, dezenfektan, temizlik malzemesi vb. üretimi için 18 yaş altı sokağa çıkma yasağına ve sağlık riskine rağmen okullara çağrıldı. Çocuklar da salgında yaşamları pahasına çalışmak durumunda bırakıldı. Geçici koruma altında bulunan, ancak kimlik numaraları ve ikamet adreslerinden dolayı, okullara kayıtları yapılmayan öğrenciler EBA’yı kullanamadı. Kamusal eğitime ayrılmayan kaynakların cemaatlere, tarikatlara, dini yapılara aktarılması devam ettirildi.
Yarım milyonu aşkın öğretmen atama bekliyorken ve Sayıştay 2020 raporunda 138 bin öğretmen ihtiyacı belirtilmişken, salgında seyreltilmiş ve aşamalı eğitim ile öğretmen ihtiyacı artmışken yeterli öğretmen ataması yapılmadı.
SOL PARTİ OLARAK;
Ücretsiz maske dağıtımını dahi beceremeyen, tüm başarı hikâyelerinin altında yeterli aşıya bile sahip olamayan her tür kayırmacılığın, hukuksuzluğun ve eşitsizliğin tavan yaptığı bu iktidarı ve düzeni değiştirmek için mücadele ediyoruz, edeceğiz.
Emek ve meslek örgütlerinin her alanda yürütecekleri faaliyetlerin yaygınlaştırılmasını önemsemeye ve katkı sunmaya devam ettik, edeceğiz. Bu nedenle; en kısa sürede güvenilir ve nitelikli aşı temini ve aşılanma sağlanmalıdır diyoruz. Salgında ve diğer zamanlarda şeffaflığı savunuyoruz. Halkın pandemi nedeniyle uğradığı mağduriyetlerin giderilmesini, ekonomik olarak desteklenmesini istiyoruz. Sağlıkta halkçı-kamucu bir sağlık programı hedefi için mücadelemizi sürdüreceğiz.
Bilim insanlarının uyarıları esas alınmalı acilen fiziksel hareketliliğin azaltılması, salgın yayılımının kontrol altına alınması için fiziksel hareketlilik azaltılmalı ve acil kapanma uygulanmalıdır. Tüm eğitim emekçileri aşılanmalıdır. Tüm eğitim kurumlarında düzenli ve ücretsiz test yapılmalıdır. Sınavlar iptal edilmelidir. Kapatılan köy okulları açılmalıdır. Özel okullar kamulaştırılmalıdır.
Sağlık ve eğitim başta olmak üzere tüm kamusal hizmetler kamu tarafından karşılıksız ve eşit bir şekilde bilimin önderliğinde sağlanmalıdır.
Sol Parti olarak diyoruz ki; Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu siyasal kriz ancak demokratik, laik, eşitlikçi, bağımsızlıkçı, halkçı, kamucu bir Cumhuriyet hedefiyle aşılabilecektir. Sermayenin sınırsız tahakkümünün ürünü olarak insanlığın başına gelen salgın felaketinden çıkış bu düzenin sınırları ötesinde bir dünya tahayyülünden geçmektedir.
Bu ölüm düzenine son vermek için halkımızı SOL bir çıkış yolunu birlikte örgütlemeye davet ediyoruz.”
Sol Parti Edirne İl Örgütü
Zülküf ATEŞ