İnsanlık Tarihine baktığımız zaman, hep birimlerinin yaptıkları bir şeyler, ya birilerinin ya da toplumun işine yaradığını görürüz.
İnsanoğlu var olduğu, evrimleştiği günden bu yana hep ya birilerince ya da toplumsal olarak yapılan birşeylerin sonucunda;
Ya huzura kavuş, ya da yıllarca sürecek bir savaş ve kargaşanın içinde bulmuştur kendini.
Bütün canlılar gibi insan toplulukları da varlıklarını sürdürebilmek için, kendi içlerinde bir uyum sağlamak zorundadırlar.
Bu önceleri yazılı olmayan kurallar çerçevesinde, zımmen olurken, zamanla yerleşik düzene geçilmesi ile birlikte yazılı ve yasal süreçler içerisinde olmaya başlamıştır.
JJ Rouseou, bu sürecin '"ilk çitin çakılması/ çekilmesi" ile başladığını ve insanlığa yapılan en büyük kötülük olarak da TOPLUMSAL SÖZLEŞMENİN bozulması sayar.
Önceleri Tarım Devrimi, ardından Sanayi Devrimi, bam başka süreçlerin yaşanmasının kaynağı olur.
İnsanoğlu ya da bazı insanlar, birlikte yaşamanın, toplum olarak yaşamanın yarattığı sorunları çözmek için,b hep bir çözüm arayışı içinde olmuşlardır.
Bu yaşananlar Dünya üzerinde yaşayan bir çok toplumda da olurken, bazı toplumlar olayı yazılı hale getirmediği için bilinmemekte ya da bazı kaynaklar ve kalıntılar görmezlikten gelinmektedir.
Binlerce yıllık tarihi olan Türklerin de bu tür çalışmaları var ise ve de ben farkında değil isem affola, o yüzden eski ege medeniyetlerinden, Atina'dan ve Sokrates'ten bir örnek vereceğim.
Atina'da Sokrates, kendi okulunda öğrencileri ile o yıllarda bilinen yönetim biçimlerini tartıştılar.
Seçimlerin Demokrasi sanılması üzgünüm ki bugünün sorunu değilmiş.
Sokrates, yöneticilerin seçim ile işbaşına geldiği TİRANLIK ile ilgili düşüncelerini öğrencilere anlatır ve sadece Asilerin seçme ve seçilme hakkının olduğu Tiranlığı eleştirir.
Belki de öğrenciler, konumları gereği bu eleştiriden pek hoşlanmazlar ve Sokrates'e, gerçekten "Tiranlık" ile ilgili kişisel düşüncesini sorarlar.
Sokrates de, "TİRAN BEN İSEM, EN İYİ YÖNETİM TİRANLIKTIR" der.
işte günümüzde de "Demokrasi" bu. Seçilen ben, ya da benim adamım, madamım ise, en güzel ben, en adil seçim, yaptığımız seçimlerdir.
İşte tam da sorun burada.
Bir toplum Demokrat olmadan, o toplumda demokrasi olmaz.
Ülkede Muhalefetin oyuncuları değişse de, çeyrek yüzyıldır bir parti ve kişinin iktidarı var.
İşin kötüsü, her gün ağlayan ve sızlayan kişi sayısı artsa da, iktidarın bir gelecek, seçim kaybetme kaygısı yok.
Çünkü, yönetimin profesyonel bir iş ve savaş olduğunun farkındalar.
Oysa muhalefet ise, romantizmin zirvesinde, zırvalıyor.
Siyaset ve siyasetçilik bir meslek, geçim kapısı olmuş.
Haydi Genel Seçimi (MV) geçtim, bu bir yerel seçim; Seçilecek kişiler belediye başkanı ve belediye meclis üyeleri. Sokaklardan afişlere, yazılı ve sanal medyada paylaşımlara, sloganlara, siyasi söylemlerine, tanıtımlarına bakıyorum, kişiler sanki yerel bir seçimin aday adayı değil de, ülkeyi yönetecekler.
Bir sürü hamaset kokan anlamsız sözler ve bunu alkışlayan kuru kalabalıklar. Yazık bu ülkeye.
Eğitim iyice dibe vurdu. Çünkü işbaşındakiler kendilerine benzerleri seçme ve toplumsal taban yaratma derdindeler. Bu da toplumu, ülkeyi her geçen gün biraz daha bataklığa saplamakta.
İşin kötüsü, mevcut iktidar ve kaptanı, reisi kimi nerede seçeceğini ve kullanacağını çok iyi biliyor.
Muhaliflerin ortalıkta görünenleri ise, kendilerini siyasi ve ideolojik tanımlayamadıkları için, "değişim, meyişim" ayağına, "ben NEYMİŞİM be abi" konumuna geldiler.
Demokrasilerde seçimlerin onlarca etmeni ve belirleyicisi vardır.
Genel olarak bir parti ya da adaya oy verecek seçmen analizine bakalım.
İlk başta partili seçmen bloğu.
Sonra, bu süreç içinde kendini en yakın hissettiği parti ve kişiye oy vermeyi düşünen bilinçli seçmenler.
Daha sonra, parti ve adayından nemalanan seçmenler.
Daha da sonra, çevresinde bu sürecin içinde olan ve ondan kendisinin de faydalanacağını düşünen "çakal" seçmenler.
Ve böyle gider.
Bardağı, ağzına kadar doldurduğunuz su taşırmaz, bardağı üste konan su damlaları taşırır.
İşte seçimlerde de bu süreç, kararsız, masum, çıkarsız seçmen tarafından belirlenir. Onlar, sadece Parti'ye ve adaya güvene bakarlar.
Maalesef muhalefet bu süreci çok kötü yönetmektedir.
Siyasetin kaymak takımı üzgünüm ki, ülkeye ve topluma en yararlı olacak kişileri değil de, kendilerinin yararlanacakları, faydalanacakları kişileri seçme kavgası içindeleler.
Seçime kaç gün kaldı ama henüz karar veriliş bile değil bir çok yerde.
Büyük illerin başkan adayları ise, oyunu alacağı Parti'nin adını bile anmıyor, ambleminden bile kaçıyor.
Tabi bu seçmen tabanının ülke batıyor, şeriat kapıda kaygıları ile "tıpış tıpış gidip" kendilerine oy vereceklerini biliyorlar.
Artık kendini aydın, demokrat, yurtsever sayan seçmenin de titreyip kendine gelmesi gerekmez mi?
Daha nereye kadar "Şimdi Zamanı Değil" denilecek Allah aşkına!..