Olayları ve bunlarla bağlantılı olarak günün anlaşılması için, dünün anlaşılması gerekir. Dünü olmayanların, yarını olmaz. Bugünlerde yarınların onurlu dünleri üzerine kurulur.
Yıllardan 1900'lerin başıdır, tüm dünyada özgürlük, toplumsal dayanışma ve devrim gibi kavramlar gündemdedir.
Özellikle Avrupa'dan göçen göçmenler örgütledikleri yerli halk ile işbirliği halindedir. İngilizler, Hollandalılar, İspanyollar, Portekizler, Fransızlar, İtalyanlar her biri bir yöreyi işgal edercesine kontrol altına almışlardır.
Zamanla ekonomik çıkar çatışmaları başlar ve Amerika'daki 13 koloni ile İngiltere arasında 1775-1783 yılları arasında gerçekleşen savaş sonucunda İngiltere yenilgiyi kabul eder ve 4 Temmuz 1776'da imzalanan BAĞIMSIZLIK BİLDİRGESİ ile de bağımsız bir Amerika Birleşik Devletleri kurulur.
Amerika'da 1700'lerin sonunda başlayan bu özgürlük ve bağımsızlık fikri, 900'lerin sonunda kurulan Fransa Krallığını da etkiler ve 1789'de Fransız Devrimi ile de Krallık yıkılır.
Sosyal olaylar böyledir, bir şekilde bütün dünyayı etkiler.
Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi Fransız Devrimini, Fransız devrimi ile başlayan özgürlük düşünce ve hareketleri dünyayı etkiler; Osmanlı Devleti de bundan payını alır.
Padişah II.Abdülhamid, toplumun aydın kesimlerinden gelen baskılar ile 23 Mart 1876'da anayasal monarşi rejiminin ilk dönemi olacak I.Meşrutiyeti ilan eder.
Birinci Meşrutiyet de, II. Abdülhamid'in 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndaki yenilgiyi gerekçe göstererek açılan Meclis-i Mebusan'ı kapatması ile 1878'de son bulur.
II.Meşrutiyet ise, Osmanlı Anayasası 30 yıl askıda kaldıktan sonra, 23 Temmuz 1908'de kabul edilerek yeniden ilan edilir ve Mebuslar Meclisi açılır. Sarayın Ulema tayfası bu durumdan rahatsız olur ve Rumi takvime göre 31 Mart 1325, Miladi takvime göre de 13 Nisan 1909'da "31 Mart vakası/ayaklanması" denilen gerici isyan başlar ve İstanbul yönetimini yeniden ele almak ve II. Abdülhamit'i devirmek isterler.
Her ne kadar günümüz takvimine göre 13 Nisan olsa da dönemin Rumi takvimine göre 31 Mart'ta olan bu isyan da, tarihimizin kara bir sayfası olarak anılmaktadır.
Yine Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının Kurduğu Laik ve Demokratik Cumhuriyet; Platon'un, yaklaşık 2300 yıl önce söylediği “Demokrasi, bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilir ise oligarşi olur" sözüne uymuş ve 27 Mayıs 1960 askeri darbesine kadar gelinmiştir..
Bu darbenin bir çok şeyi tartışılır ama tek tartışılmayacak tarafı, ülkenin bu güne kadar yaptığı "en demokratik ve özgürlükçü "61 ANAYAYASI" olmasıdır.
Bu konuya değinmem, bu anayasa sayesinde ilk yerel /belediye seçimlerinin yapılmasıdır.
Cumhuriyet tarihimizde, ilk tek dereceli belediye başkanlığı seçimi 1963 (AP %45, CHP %36) yılında yapılır ve bunu 1968 (AP %49, CHP %26), 1973 (CHP %3 ve AP% 32) 1977 (CHP %42, AP %37) yıllarında da yapılan yerel seçimler izler.
Her şeyde olduğu gibi 1980 Askeri Darbesi ile yerel seçimler bir süreliğine kesintiye uğrar ve 1984 (ANAP %42, SODEP %23) yılında yeniden yerel yönetimler seçimi yapılır, bunu da 1989 (SHP %29, DYP %25), 1994 (DYP 21, ANAP %21, RP %19 İSTANBUL Başkan Recep Tayyip ERDOĞAN)), 1999 (DSP %19, MHP %17, FP %16), 2004 (AK PARTİ %42, CHP %18), 2009 (AK PARTİ %39, CHP %23), 2014 (AK PARTİ %43, CHP %27) ve 2019 (AK PARTİ %44, CHP %30) yıllarında düzenli olarak yapılan seçim süreçleri izler.
Özellikle 1994 yerel yönetimler seçim süreci Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından çok önemlidir.
Necmettin Erbakan, kurduğu MNP, MSP, RP ve SP partileri dönemlerinde, yerel yönetimlere öncelik vermiş ve kurumsal yapıları, kadro ve sermaye birikimleri örgütlenmiştir.
Bu sürecin üzerine örgütlenen AKP ve Recep Tayyip Erdoğan, yerel yönetimlerden sonra, yetiştirdiği SİYASİ ve BÜROKRATİK kadroları ile de; hem yerel yönetimlerde hem de genel yönetimde (Hükümet/TBMM) önemli yönetim ve denetim mekanizmalarına ve kadrolarına sahip olmuştur.
Ne yazık ki, CHP kendi kadrolarını yemeyi sürdürmüş, son on beş yıl içinde de ilkelerinden uzaklaşan bir parti (CHP) ve geleneksel SOL, DEMOKRAT gelenekten gelmeyen, gelmesine de izin verilemeyen kadrolar ile yönetilmektedir. CHP bu kadrolar ile de bir seçim sürecine daha girmektedir.
Başkanlar CHP adına, Oylar CHP seçmeninden ve demokrat çevrelerden ama yönetim kadroları UYGULAYICILAR sağ ve özellikle İYİ Parti ve MHP.
Beyler, yönetim bir organizasyon ve savaştır. Bu savaş, iyi organize edilen bir ordu(Kadro) ile kazanılır. Anadolu'da derler ki "EL, EL'İN EŞEĞİNİ TÜRKÜ SÖYLEYEREK ARAR"!..
Neredeyse bu sakat anlayış, ŞZD (Şimdi Zamanı Değil) 25 yıldır hüküm sürmekte ve sol, demokrat çevreler yönetim süreçlerinden uzak tutulmakta ya da sembolik olarak atamalar yapılmaktadır.
Seçilecek olanlara bir sözüm yok da, bu partinin güngörmüşlerine hem vicdani hem de yurtsever olarak son ve önemli bir görev düşmektedir.
Eğer, kim nereden ve nasıl seçilir bilemem ama eğer bu dönemde de CHP'nin ve sol-demokrat kadroları yönetim süreçlerinden uzak tutulur ise, hiç kimse, 31 MART'lara bahane aramasın.
Adamlar örgütlenmiş, "ağa gibi davranmamış", kadroları adamları aracılığı ile ele geçirmiş ve yönetmektedirler.
Yarınlarda ağlamamak için, bu salak sesi duyan olur mu?
Siz bilirsiniz!..