Nedense insanlar önemli olmayı, önemsenmeyi pek severler. Birisini anlamsız bir sözle övseniz gururlanır ama yapıcı bir olumsuz eleştiri getirseniz pek hoşlarına gitmez.
Maalesef kitleler de öyle.
Onların en iyi, en güzel, en iyi seçimler yapan, en iyi kararlar verenler olduğunu belirtmezseniz, iki sözcükten sonra sizi dinlermiş gibi yaparlar.
Gelişmiş ülkelerde yaşayan arkadaşlarım ile konuşuyorum, orada yaşayan insanları gündemleri, günlük sorunları ve uğraşıları;
Yine az gelişmiş ortadoğu ya da daha yok ve yoksul ülkelerden insanlar ile konuşuyorum, onların da sorunları, kaygıları ve korkuları bambaşka.
Gelişmiş ülkelerde insanların kaygıları ve beklentileri yaşam kaliteleri ile ilgili iken,
Az gelişmiş ya da diğer benzeri ülkelerde yaşayanların ise, gelecek, güvenlik, yarınlar, ülkem ne olacak, bu çolum çocuğum ne olacak gibi bam başka kaygıları var.
Bize gelince ise, bu işler karma karışık.
İktidar ya da muhalefetin yönetici takım ve ilişkileri ile diyaloğunuz iyi ise sorunların, beklentilerin başka, tek kaygı ise bu ilişkiler "ya koparsa" ya da bu ilişkilere bir şey olursa ne yaparım!..
Bir de iktidarların masum destekleyicileri var ki, inanılmaz.
Burada hiç bir şey rastlantı değil.
Bu günün dünyasında iki temele dayanan devlet var.
SOSYAL DEVLET.
REFAH DEVLETİ.
Sosyal Devlet, yurttaşlarının sorunları olmadan, o sorunları saptayan ve sorun olmadan çözüm önerileri sunan ve herekse eşit, adil davranan devlettir.
Refah Devleri ise, burada sorun biraz karmaşıktır.
"Refah" ile "Refah Devleti" ayrı şeylerdir.
Refah, sözcük olarak "bolluk ve rahatlık içinde yaşama, GÖNENÇ" demektir.
Bu sözcük maalesef bazı sosyal devleti savunanlarca da bilerek ya da bilmeyerek yanlış yerde ve şekilde kullanılmaktadır.
"Refah içinde yaşamak" ile "Refah Devletinde yaşamak" bam başka şeylerdir.
Robert Huber'e göre Refah Devleti, "eşitsizliklerin önüne geçmek için sosyal faydaların yeniden dağıtımı yönünde yapılanların bütününü ifade etmektedir.
Sosyal devlet ise, sosyal reformlardan oluşan bir devlettir.
Ancak sosyal reform, sadece devletin yardımlarını ifade eden sosyal devlet değildir."
Niklas Luhmann'a göre refah devleti, "sosyal devletten daha kapsamlı sosyal yardımlar sunan bir yapı olarak görmüştür.
Refah devleti, ileri derecede sanayileşmiş ülkelerde ortaya çıkmış ve gelişmiştir."
Görüleceği gibi, Refah Devletlerinde yurttaşlara sunulan olanaklar, Sosyal Devletten farklı olsa da, burada Devletin, Ülkenin "ileri derecede sanayileşmiş" bir ülke olmasından söz ediliyor. Bunlar da, ABD, Kuzey Avrupa Ülkeleri gibi devletler, ülkelerdir.
İkinci Dünya Savaşından sonra Japonya'nın ardından, 1970'lerde bilinçli ve kararlı bir sanayileşme süreci yaşayan, güçlü piyasa ekonomilerine sahip olan Güney Kore, Hong Kong, Singapur ve Tayvan, gibi Asya ülkeleri de refah devleti olma yolunda önemli adımlar atmışlar ve mesafeler almışlardır.
Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti, eğitimden sosyal yaşama, iş yaşamından sanayileşmeye, tarımdan ticarette muhteşem bir "Sosyal Devlet" modeli idi.
Ne zaman ki, ortaya bir 12 Mart 1971 süreci ve onu tamamlayan "nitekim paşa"nın 12 Eylül 1980 süreci çıktı;
Yıllarca devletin kıt kaynakları ile ürettiği "don"ları giyenler, "devlet don mu yapar" demeye başladı; başlattılar, işte orada da hat koptu.
"Devlet don mu yapar"ın torunları, bu gün devletten (genel iktidarda Hükümetten, yerel iktidarda da Belediyelerden) aldıkları üç kuruş ile iktidarlara "şükür" eder durumdalar.
Eğitimsiz toplumların en önemli özelliği (ki bu bilinçli olarak eğitilerek yapılır), kişileri yoksullaştırıp, devlete, kamuya, iktidarlara muhtaç hale getirip, onlara "üç kuruşluk" yardımlar ile kendilerine muhtaç seçmen yapmaktır.
Günümüz Türkiye’sinde maalesef yerel ya da genel iktidarlar, toplumun sorunu kökten çözmek yerine, yurttaşların kendilerinin verdiği vergilerden oluşan kaynaklar ile yine kendilerine yardım yapılmasından mutlu etmek yolunu seçmektedir.
İnanılmaz.