“Yüreğimi kanatma” / İbrahim UYSAL

“Yüreğimi kanatma” / İbrahim UYSAL

Gençler umutsuzluktan, çaresizlikten, geleceklerini görememekten haklı olarak bir arayış içindeler. Fırsatını bulunca da başlarını alıp, ellerinde bavulları, yürekleri yana yana gidebildikleri yerlere gidiyor.

Hep nu "Anadolu", Anadolu derim ya, gerçekten bu ülkeyi yüreği, aklı ile sevmeyenler; Anadolu'nun ne anlama geldiğini, Anadolu'nun ne yürek yangınları yaşadığını ve onun ne olduğunu anlamazlar.

Bu COVID-19 diye başlayan serüven uluslararası salgına döndüğü zamanlardan bu yana, her şeyin rendi, tadı, biçimi değişti.

Kendimize zorla prangalar vurdurdular, aklımız ile oynadılar ve artık oyunlarına eşlik eder olduk uluslararası her ne ise o senaristin.

Dünyanın bugünü, geleceği ile ilgili kitaplar, makaleler okuyorum, videolar izliyorum ve anlıyorum ki, "eşeğimi sağlam bir kazığa bağlamam gerek". Tamam benim açımdan bir sorun yok. Şimdilik sağlıkta bir sorun olmazsa kazıklar sağlam. İdare eder.

İyi de, sorun ben kazıklarımın sağlam olmasında değil ki. Sorun, aldığım aile, toplum terbiyesi, eğitim ve toplumsal, siyasal bilinçte.

Vaaz edenler "komşusu aç iken tok yatan bizden değildir" diyor ama vaaz sonrası binilen son model arabaların etrafına toplanan güruh bile yol kenarlarını gölgeleyip kendi yandaşlarına set çekiyor.

Bu onların insani, vicdani ve inançları ama benim vicdanım kanıyor

Geçenlerde zorunlu bir AVM'ye gittim. Yürüyen merdivenlerde önümden genç olduğunu sandığım, neredeyse yürüyen bir kadın gidiyordu; omzunda çantası ve bileğine astığı cep telefonunu bezgin, yılgın ve düşünceli düşünceli sallayarak.

İşimi bitirip geriye arabama giderken, aynı kişiyi ortaya konulan bir dinlenme grubuna oturmuş gördüm. Genç, bakımlı ve hoş bir bayandı. Öyle etraf ile de ilgilendiği yoktu. Kafasında neler var ise onunun ile cebelleşiyor ve etrafa boş boş bakıyordu.

AVM'ye kendisi geldiğine göre altında bir arabası olmalıydı. Ağır ağır yürüdüğüne göre yorgun yada bezgin olmalıydı. Giyim kuşamına bakınca da pek öyle ekonomik sorunu da olmamalıydı. Belki de telefonu benim sahip olmadığım bir telefondu.

Her şeyi var gibiydi ama kendisi yoktu yanında.

Belki yakınlardaki iş yerinden çıktı, belki de bir şeyler atıştırıp evine gidecekti, belki de marketten diğer mağazalardan bir şey alacaktı da onun için gelmişti.

Belki de Vedat Türkali'nin "Bir Gün Tek Başına" roman kahramanları gibi siyasi iktidar ile uyum sorunu olan, belki de o kadar çok arkadaşları arasında tek başına kendi kendine olan biriydi o genç kadın. Bir çok genç kadın ve erkek gibi.

Artık yolda yürürken insanların yüzlerine bakmaktan utanıyorum. Asık, üzgün yüzler ve dalgın dalgın ruh gibi yürüyen insanlar. Kim bilir ne dertleri ne sorunları var. Ve kimseye anlatmadıkları dertleri ya da olmayan anlatacak kimseleri. Ne garip değil mi?

Oysa ne güzel bir dünya idi Dünyamız. Herkese yetecek kadar hem de. Ama birlerinin aç gözlülüğü demeyeceğim, çünkü bunu aç ya da tok gözlülük ile açıklamak pek saflık olur.

Bu bir sistem sorunu ve dünya düzeni idi. Tüm dünya yurttaşları olarak teker teker verdiğimiz gönüllü gönülsüz izinler ya da umursamaz tavırlar ile geldiğimiz nokta bu.

Çürüme bulaşıcıdır. Bir yerden başlar ise tüm bünyeyi sarar. Bana ne ya da bana bir şey olmaz denilmeyecek kadar önemli.

Bir şeyler iyi gitmiyor. Televizyonların haberlerini ve tartışma programlarını izlemiyorum artık. Kendilerini akıllı sandırılan, boş, konuşmak için konuşturulan ya da parası verilerek sahibinin sesi yapılan birilerini izlemek zevk vermiyor, aklıma, zekama ve kendime hakaret sayıyorum. Ama dünyadan ve ülkemizden haberi başka kanallardan edinmiyorum. Sorunlara duyarsız kalamıyorum.

Ülkem siyasilerine bakıyorum, çok üzgünüm ki umut görmek, umutlu olmak istiyorum ama umutlu olamıyor ve de göremiyorum.

Hani yine Anadolu'da bir söz vardır, "Kendi başını bağlayamayan, gelin baş bağlar" diye. Arık şu siyasilerin, çıkar çevrelerinin başlarını bağlamayı bıraksak da, kendi başımızı bağlasak ya da birbirimizin başını bağlasak. Hiç olmazsa bir yara sarmış oluruz.

Dedim ya bu Anadolu bir enteresan. Şu olaya bakar mısınız, "Tokatlı, Erzurumlu Emrâh". Öyle biri birimizin içine kaynamışız ki, etle tırnak gibi. hele sözleri ise ne Erzurum'da ne Tokat'ta kalmış, gelmiş Ankaralarda beni bulmuş ve yüreğime oturmuş.

"El Çek Tabip Sinem Üstünden/ Sen Benim Derdimi Bile Bilmezsin / Yarem Yürektendir Yoktur İlacın/ Sen Benim Yaremi Sarabilmezsin/ Yüzün Güleçtir İçerin Hayın/ Çeken Bilir Bu Sevdanın Yayın/ Yıktın Viran Ettin Ömrüm Sarayın/ Sen Onun Bir Taşın Örebilmezsin".

Biraz oturup düşünsek mi, bu toplum nereye gidiyor. Kimin eli, kimin cebinde. Unutmayın, bir gün o cepler de delinip boşalınca, eller boğazlara sarılmasında. "Aç köpek, fırın deler" derler.

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER